Kumaşın Tarihsel Yolculuğu: 2. Türkiye Tekstil Bienali

Kumaş, insanlık tarihinin sessiz tanığıdır; her iplik, bir hikâye anlatır, her doku ise bir kültürün derin izlerini taşır. Bu yıl, 2. Türkiye Tekstil Bienali, “Dalga Kumaş” temasıyla, Akdeniz’in sürekli devinen yapısı ile tekstilin katmanlı anlatısı arasında güçlü bir bağ kurmayı hedefliyor. Antik kentlerden tarihi yapılara kadar uzanan sergi alanlarında, kumaş, geçmişin izlerini dalgalarla buluşturuyor. Bienal Küratörü Nihat Özdal ile bu sanatsal yolculuğun ilham kaynaklarını, kültürel hafızayı ve ekolojik dönüşümü konuştuk.
Türkiye Tekstil Bienali Küratörü Nihat Özdal
Türkiye Tekstil Bienali’ni nasıl tanımlarsınız?
Türkiye Tekstil Bienali, tekstili yalnızca bir zanaat nesnesi olarak değil, aynı zamanda ekolojik bir hafıza, bedene yazılmış bir tarih ve toplumların sosyo-politik dokusunu taşıyan bir anlatıcı olarak ele alan disiplinler arası bir platformdur. Tekstil, insanın doğayla kurduğu ilişkinin en eski ve en doğrudan araçlarından biridir. Dokuma pratiği, insanın çevresiyle olan bağının somut bir göstergesidir; iplikler yalnızca kumaş oluşturmaz, aynı zamanda kültürel kimlikleri, ekonomik ilişkileri ve ekolojik dönüşümleri iç içe dokur. Anadolu tekstil tarihi açısından da önemli bir merkez olan bu bienal, neredeyse tüm arkeoloji müzelerinde dokuma ağırlıkları ve ağırşakların önemli envanterler arasında yer aldığını gözler önüne seriyor.
Bienal, modern tüketim kültürünün metalaştırdığı tekstili, insan ve doğa arasındaki kırılgan bağın bir sembolü olarak yeniden konumlandırıyor. Kültürler arası değiş tokuşların, göçlerin ve sınırların izini süren tekstil, bienalde bir arşiv, bir tanık ve bir aktivizm biçimi olarak ele alınıyor.
2. Türkiye Tekstil Bienali’nin “Dalga Kumaş” teması nasıl ortaya çıktı? Bu tema Akdeniz’in ruhuyla nasıl bir bağ kuruyor?
Dalga ve kumaş… Her ikisi de hareketli ve yaşayan varlıklar. Biri doğanın sürekli devinen gücü, diğeri insanın eliyle şekillenen ama zaman içinde evrilen bir form. “Dalga Kumaş” teması, su ve dokumanın ortak hareketliliğinden, akışkanlığından ve sürekliliğinden ilham alıyor. Akdeniz, hem coğrafi hem de kültürel olarak geçişlerin, kayıpların ve buluşmaların mekânı. Bu deniz, yalnızca ticaret yollarının kavşağı değil, tarihin, mitlerin ve ekolojinin de değişken bir sahnesidir. Kumaş, tıpkı dalgalar gibi, zamanı taşır, bedenleri sarar ve unutulmuş hikâyeleri dokusunda barındırır.
Ancak burada yalnızca estetik bir paralellik değil, aynı zamanda bir uyarı ve sorumluluk da var. Günümüzde denizler, kumaşlar gibi kirleniyor, sömürülüyor ve hızla tüketiliyor. Akdeniz’in kıyıları plastik atıklarla dolarken, tekstil endüstrisi küresel su kaynaklarını en çok tüketen ve kirleten sektörlerden biri haline geldi. Plastik kirliliği o kadar büyüdü ki Antarktika’ya kadar ulaştı. Bu bienal, sadece sanatsal bir kavramsallaştırma değil, aynı zamanda bu krizin estetik ve politik bir okumasıdır.
Akdeniz’in doğal ve tarihi dokusu, bienalin sanatsal vizyonunu nasıl etkiledi?
Akdeniz, insan ve doğa arasındaki kesintisiz bir müzakere alanıdır. Yüzeyde hareketli ve sonsuz görünen bu su kütlesi, aslında bir hafıza deposudur: Tarih boyunca kolonizasyonların, göçlerin, savaşların ve ticaretin izlerini taşır. Kumaş da geçmişi saklar, katmanlar oluşturur, yıpranır, dönüşür ve sonunda doğaya geri döner. Bienal sanatçıları, bu katmanlılığı hem malzeme olarak hem de düşünsel bir alan olarak kullanmıştır. Antik ipek yollarından bugünün küresel tekstil pazarına kadar, kumaş yalnızca insanın bedenini değil, politik düzenleri ve ekolojik dengeleri de şekillendiren bir unsur olmuştur. Akdeniz’in coğrafi hareketliliği ile tekstilin dolaşıma dayalı yapısı, günümüzde ekoloji ile ilişkisi arasındaki bağlantılar, bienalin sanatçılarının yorumlarında kendini göstermektedir.
Dalgaların geçiciliği ile kumaşın kalıcılığı arasındaki ilişki, bienale nasıl bir ilham sundu?
Dalgalar, her şeyi dönüştürme gücüne sahiptir; kayaları aşındırır, kıyıları şekillendirir, geçmişin izlerini siler veya yeni şekiller ortaya çıkarır. Kumaş ise insanın hafızasını taşır, bedenleri örter ve unutulmuş hikâyeleri hatırlatır. “Dalga Kumaş”, kumaşın kalıcılığı ile dalganın geçiciliği arasındaki gerilimi, sanat eserlerinin temel yapı taşlarından biri olarak karşımıza çıkarır.
Farklı kültürlerden gelen sanatçıların “Dalga Kumaş” temasını yorumlama biçimleri arasında nasıl farklılıklar gördünüz?
Bienale katılan sanatçılar, kendi kültürel ve coğrafi geçmişlerinden getirdikleri perspektiflerle, kumaş ve dalga ilişkisini farklı şekillerde ele aldılar. Yeni Zelanda’dan Brezilya’ya kadar geniş bir yelpazede, ülkemizin doğusundan batısına kadar birçok değerli sanatçı, eserleriyle bienale katkıda bulundu. Sanatçıların isimleri üzerinden gitmek, ismini anmakta zorlanacağım sanatçılar açısından haksızlık olur, çünkü her eserin arkasında çok güçlü hikâyeler bulunmaktadır. Akdenizli sanatçılar, tekstili göç, ticaret ve denizciliğin bir parçası olarak ele alırken; Küba’dan gelen sanatçıların eserlerinde de benzer bir yaklaşım gözlemlenmiştir. Sadelik, boşluk, dokumanın kökenleri ve doğası, Moğolistan ve Çin’den gelen sanatçıların eserlerinde belirgin bir şekilde kendini gösterdi. Afrika’dan gelen sanatçılar, kumaşı ritüel ve kimlik unsuru olarak işlerken, suyu ruhsal bir geçiş alanı olarak yorumladılar. Kendi kültürlerinde kullanılan kumaşların renkliliği ve eserlerin sergilendiği mekanlar da bu zenginliği artırdı. Avrupalı sanatçılar ise bu ilişkiyi daha çok endüstriyel tekstil üretimi, sürdürülebilirlik, hareket ve ekolojik kriz üzerinden sorguladılar.
Sergi mekânlarının antik kentler, mağaralar ve tarihi yapılar olması sanat eserleriyle nasıl bir diyalog yarattı?
Selinus ve Lamos, antik çağda Akdeniz’in ticaret yolları üzerinde yer alan, kültürler arası geçişlerin yaşandığı kentlerdi. Bu bölgelerde kumaş, yalnızca bir giysi değil, bir değiş tokuş nesnesi, bir statü göstergesi ve kimlik taşıyıcısıydı. Bu mekanlar, birer zaman kapsülü olarak bu bienalin paralel etkinlik merkezleri haline geldi.
Yalan Dünya Mağarası, Akdeniz’in en ilginç mağaralarından biridir; kumaş ve mağara, insanın ilk barınma içgüdüsünü temsil eder; biri insan bedenini, diğeri insan topluluklarını koruyan bir örtü gibidir. İnsanoğlu, dokuma tekniklerini geliştirmeden önce mağaralara sığınmaktaydı. Bu mekânda sergilenen eserler, ilk dokuma biçimlerinin doğayla nasıl iç içe geliştiğini ve mağaranın bir tekstil eseri olarak nasıl yorumlanabileceğini tartışmaktadır.
Bienalde en fazla eserin sergilendiği Kızıl Kule, Akdeniz’in kıyılarını gözetleyen bir yapı olarak kumaşın koruyucu ve statü belirleyici bir unsur olarak kullanıldığı, tarihsel bağlamlara da işaret ettiği için bir merkez olmuştur. Egemenlik bir bayrak, bir kumaştır. Yine bu mekânın üçüncü katında, bienal boyunca görülebilecek bir “Ütü Müzesi” kurduk. Antika ütülerin sergilendiği bu kat, insanın kendinde ve doğada kırışıklıkları giderme mücadelesini de anlatıyor.
Tersane, deniz ticareti ve tekstil ilişkisini vurgulayan, gemi yelkenlerinden kumaş ticaretine, suyla ilişkili tekstil üretim süreçlerinden denizcilik ekonomisine kadar geniş bir anlatıyı zaten hafızasında taşıyordu. Suyun taşıdığı bellek ve kumaşın dokuduğu zaman arasında sanatçıların eserlerine karıştığı güçlü bir mekân oldu. Syedra Antik Kenti, bienalin hafızası konumunda, bu mekânı günümüzden eserleri sergilemekten çok tekstil arkeolojisi açısından bir durak olarak seçtik. Anadolu’daki tüm antik yerleşimler arasında en fazla dokuma envanterinin bu kentte bulunduğu söylenmektedir. 2. Tekstil Bienali, neden bu bölgede sorusunu bin yıl öncesinden cevaplıyor.
Su kaynakları ve tekstil üretimi arasındaki tarihsel bağa sanat yoluyla nasıl dikkat çekmek istediniz?
Tekstil, insan uygarlığının en eski zanaatlarından biri olmasına rağmen, günümüzdeki en büyük çevresel sorunlardan biri haline gelmiştir. İlk dokuma tezgâhları, nehir kıyılarında kurulmuştur. İlk boyalar, bitkilerden ve minerallerden elde edilerek suyla buluşmuştur. Ancak günümüzde su, tekstil endüstrisinin en çok tükettiği ve kirlettiği kaynaklardan biri haline gelmiştir. Bienal, suyun yaşam verici gücünü ve metalaştırılmış bir nesneye dönüşmesini başka bir dille ele alarak, su krizine ve tekstilin ekolojik yüküne dair bir farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.
Türkiye Tekstil Bienali’nin geleceği için nasıl bir vizyonunuz var? Bu bienalin yerel topluluklar ve genç sanatçılar üzerinde nasıl bir etkisi olmasını bekliyorsunuz?
Bienal, ilk günden itibaren yalnızca sanat üretimini teşvik eden bir platform olarak değil, aynı zamanda ekolojik ve etik bir dönüşüm hedefi ile yola çıkmıştır. Yerel üreticiler ve zanaatkârlarla iş birliklerini artırmak, genç sanatçıların tekstili bir anlatım biçimi olarak kullanarak yeni düşünme biçimleri geliştirmelerine katkı sağlamak, endüstriyel üretim süreçlerinin yeniden düşünülmesine öncülük etmek amaçlarımız arasında yer alıyor. Sanat, ekonomi ve ekoloji arasındaki bağları sorgulayan bienalin, gelecekte de sadece bir sergi alanı değil; yeni bir tekstil ekosistemi yaratmaya yönelik bir manifesto olmasını umuyoruz.
Kumaş, insan hayatında karşılaştığı ilk nesne olup, ölürken de yine bir kumaşa sarılarak veda ediyoruz. Kumaşa “dalgalar” gibi daha derinlemesine bakmaya devam edeceğiz.
Kaynak: Elle